Sevgi bazen gösterilmediğinde çok kuru, yavan bir şeye dönüşebiliyor. —Acı gerçek: Bunu en iyi çocukluğumdan bilirim. Çocuksunuz ve sizi sevdiğini bildiğiniz iki ebeveyniniz var ama bu sevgi, genelgeçer bir bilgi olmaktan çıkıp bir türlü elle tutulabilir bir gerçekliğe dönüşmüyor. Hal böyle olunca siz de kendinizi ya sağda solda sevgi ipuçları ararken buluyorsunuz ya da verildiği varsayılan sevgiden şüphe duyarken. Bir tek erken dönem aile ilişkilerinde geçerli değil bu aslında, tüm ilişkilerde sevgi gösterilmediğinde, gösterilemediğinde bir şeyler eksik kalıyor.
o zaman back to basics: sevgi nasıl gösterilebilir ki?
Sevgiyi göstermenin binbir yolu yöntemi var. Her insanın sevme ve sevilme şekli birbirinden farklıysa sevgi ifadeleri de birbirinden farklı olabilir. Bazıları daha çok fiziksel veya materyal şeyler üzerinden gösterir bunu, bazıları daha sözel olarak, bazıları da duygusal bir yerden. Fakat bana kalırsa bunları mümkün olduğunca kombolamak ya da ara sıra konfor alanından bir adımcık dışarı atıp yeni ifadeler denemek en güzelidir. Çünkü bazen bir söz bir dokunuşun yerini ya da bir kahkaha bir bakışın yerini tutmayabiliyor; insan sevgiyi çeşitli ve tutarlı şekillerde görmek istiyor. Sevgiyi tek bir yere, mesela materyal olana sıkıştırmak ve bunun diğer tüm sevgi ifadelerinin yerine geçeceğini düşünmek büyük yanılgı. (Bknz Türkiye’de aileler: “e sana şunu aldım daha n’apiyim sevgimi göstermek için?”)
Aklıma 1970’lerde Harry Harlow diye bir psikoloğun yaptığı korkunç deneyler serisi geliyor: Harlow, kendi cinsinden bakım verenleri olmadan büyüttüğü maymunları henüz bebekken iki bakım veren figürünün olduğu kafeslere koyuyor. Bir tanesi telden yapılmış ve biberonla yiyecek sağlayan, yani fiziksel ihtiyaçlara yönelik bir figür, diğeriyse yumuşak ve tüylü bir kumaşla kaplı, bir nevi teması ve sıcaklığı temsil eden bir figür. Harlow, maymunların yemek ihtiyaçlarını karşılamak dışında yalnızca bu ikinci figürün yanında durmayı tercih ettiklerini fark ediyor ve devam ediyor: Bir grubun bakım veren figürlerini ortadan kaldırıyor ve kafese maymunları korkutacak bir eleman ekliyor. Bakım veren figürleri duran maymunlar hemen onun yanına sığınıyorlar. Diğer maymunlarsa korkuyor, saldırganlaşıyor ve uzun vadede hiçbir zaman “normal” koşullarda yaşayan türleri gibi olmuyorlar. Bazıları tamamen yalnızlaşıyor, hatta bazıları ölüyor ve bazıları da kendi bebekleri olduğunda onları öldürüyor.
Dokunmanın, sarılmanın ve sevginin gücünü anlatmak için bu deneyi yapmana gerçekten gerek var mıydı Harry Harlow?
Sevgi su gibi, hava gibi hayati bir şey aslında -bana gittikçe böyle görünüyor en azından. Bu yüzden aklıma geldikçe ve canım istedikçe sevdiklerime sevgimi göstermenin veya sevgiye ihtiyaç duyduğum anlarda bunu isteyebilmenin güzelliğine ve gücüne daha çok inanıyorum her geçen gün. Sevgi belli bir rezervi olan, iki dakika gösterdiğinizde ya da aldığınızda hemencecik biten, eskiyen bir şey değil arkadaşlar, o yüzden sevgiye bol bol sarılmakta hiçbir sakınca yok.
Tabii sevgiyi alalım verelim top yapıp oynayalım falan demek kolay ama sevgiyle ilgili genel her şeyi zayıflık bellemiş bir anlatıyı -bir erkeklik anlatısını- kırmak kolay değil. Bu ataerkil anlatı, özellikle erkeklere ama biraz da hepimize, sevgiye ihtiyaç duymanın küçümsenecek bir şey olduğu, “gerçek erkeğin”, “güçlü insanın” kimsenin sevgisine, ilgisine, şefkatine ihtiyaç duymadan yaşayabileceği fikrini yerleştirdi aklımızın bir köşesine. Sevgisiz bir hayatı marifet sanan, acıyı, yalnızlığı ve öfkeyi romantize eden bu anlatı, yine kendisinden en çok nemalanan insanların topuğuna sıkıyor. Erkeklerin.
bell hooks’un Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi kitabından bu konuya dair sonsuz alıntı yapabilirim ama şu kısmı özellikle dokunaklı buluyorum:
Sevgi hakkında konuşmak üzere ülkeyi dolaşırken birçok erkeğin kendini "içimde bir şey eksik" diyerek tarif ettiğini işittim. Çocukluğunun ilk yıllarında duygusal coşkuya, bastırılmamış neşeye, hayata ve diğer insanlara duyduğu bağlılık hissine sahip olduğunu, sonrasında ise kırılmanın, kopmanın gerçekleştiğini, sevilme, sahiplenilme hissinin kaybolduğunu anlatan birçok erkek vardı. Erkeklerin anlattığına göre erkeklik testi, bu kaybı kabullenmeye, bunun gizlice yasını bile tutmamaya razı olmaktan ibaretti. Ne yazık ki, sayıları çok olan bu erkekler trajik biçimde, kalplerinin kırıldığı, yüreklerinin sızladığı o ilk anı hatırlıyorlardı: Ataerkil erkekler olarak toplumdaki yerlerini alabilmek için hissetme, sevme haklarından feragat etmeye mecbur bırakıldıkları an.
Erkeklik testinin kazananları sevgide kaybediyorlar işte. Bazen toplum sınıyor insanları ve bu test bir zorunlulukmuş gibi geliyor. Ama bir yerden sonra ya da bazen de bir seçim bu testi reddetmek. Bu seçime daha çok sahip çıkmak gerekiyor. Erkeklerin bu seçime daha çok sahip çıkması gerekiyor.
Çünkü biz de her şeyi sizin için yapamayız canım aaaaa! Biraz da siz düşünün, dertleşin, konuşun, ağlayın, hissedin, terapiye gidin, ne bileyim…
bell hooks’a bir kez daha katılmadan edemiyorum yani:
Kadınlar bu iyileşme sürecinde yer alabilirler. Bizler yol gösterebiliriz, yönlendirebiliriz, inceleyebiliriz, bilgi ve yeteneklerimizi paylaşabiliriz; ancak oğlan çocukların ve erkeklerin kendileri için yapmaları gereken şeyi onlar adına yapamayız. Sevgimiz yardım eder ama tek başına onları kurtaramaz. Sonuçta oğlan çocuklar ve erkekler, sevme sanatını öğrendiklerinde kendilerini kurtarır.
Sevme sanatını öğrenmek… Sevgiyle kendini kurtarmak… Bu alıntıda bell hooks’un sevginin öğrenilebilen bir şey olduğunu vurgulamasını seviyorum çünkü evet, yıllar içinde sevme kapasitemiz köreltilmiş olabilir ya da sevgiye karşı hissizleşmiş olabiliriz ama bu, böyle hep böyle olacağı anlamına gelmiyor. Bu noktada yazının başlığına dönüp “ama o sevgisini gösteremiyor” sözünü ya da birinin ağzından kerpetenle iki gram sevgi sözcüğü çıkarma çabasını romantize etmekle uğraşmaktansa “sevgi sanatını” öğrenmeye çalışan insanları çevremde tutmayı yeğliyorum. Elbette herkes için kolay olmayabilir sevgiyi ifade etmek ya da zaman alabilir; ama önemli olan niyettir biraz da.
Çünkü şu kısacık hayatta da sevmeyeceksek sevilmeyeceksek niye varız arkadaşlar…
Bu yazı biterken Erkin Koray’ın Sevince şarkısı çalsın, çünkü “sevmek bil ki doğmaktır yeni baştan.”
Sevince durma durma koş ardından
Zaman yoktur git aşkı iste ondan
Sevince tüm insanlar bir başka
Durma dostum sen de yer ver aşka
Sevgiyi aramaktan da istemekten de vermekten de korkmadığınız bir hafta diliyorum. Haftaya görüşürüz.