Bakış açınız değişirse ilişkiniz değişir mi?
Dönüşler, ayrılıklar, kavuşmalar ve yeni başlangıçlar
Selam, nasılsınız? Dantel İlişkiler’in 58. sayısına hoş geldiniz. Bugün bakış açımızın değişmesinin ilişkileri nasıl etkileyebileceği üzerine düşüneceğiz. HEM DEEE bu sayı aynı zamanda Dantel İlişkiler’in 2. yazılı iş birliğine ev sahipliği yapıyor: Film eleştirmeni
ile ilişkilere bakış şeklimizin değişmesi halinde yaşanabilecek geri dönüşler, ayrılıklar, yok oluşlar ile kavuşmalar, yeni başlangıçlar ve birliktelikler üzerine 7 film ve 1 diziden oluşan muhteşem bir liste derledik. Bakalım siz ne düşüneceksiniz. 💖minik anonslar
Dantel İlişkiler Kulübü’nün 7. buluşması için kayıtlar —şu an itibariyle BAŞLADI! Artık biliyorsunuz, her ay 1 kez buluşup ilişkilere dair spesifik bir konu hakkında okumalar ve tartışmalar yapıyor, deneyim paylaşımlarında bulunuyoruz. Haydi bir sonraki buluşmaya siz de gelin!!
🗓️ Bir sonraki buluşma 23 Mart Pazar günü saat 17:00’da Google Meet üzerinden olacak.
🔥 Konumuz ilişkilerde kişisel alanlar —ilişkilerde me time yaratmak, kişisel sınır çizmek ve kendine ait bir odaya sahip olmak hakkında konuşacağız.
✨ Katılım ücretsiz, haydi aşağıdaki butona!
Bir puzzle yapmak
Gelelim bugünkü sayımıza, ilişkilerde bakış açıları. Bu başlığın ne ifade ettiği ilkin tam anlaşılmayabilir, biraz açalım: Biriyle tanıştığımızda ona dair bildiklerimiz çoğunlukla izlenimlerimizden ve genel bilgilerden ibaret oluyor. Bu kişinin geçmişini, o sıralar aklında olanları, alışkanlıklarını, belli bir durum karşısında verebileceği tepkileri bilmiyoruz. Bilmediğimiz için de ilişkinin başlarında genelde daha meraklı oluyoruz: Acaba o da romantik komedi seviyor mudur? Bir günün en sevdiği öğünü hangisidir? Sabahları uyandığında aksi ve suratsız mıdır, yoksa neşeli ve keyifli mi?
Zaman içinde, bize ve diğer insanlara karşı tavırlarından, ilgilendikleri ve yaptıklarından, sözleri ve eylemlerinden, bu kişiye dair birtakım çıkarımlar yapmaya başlıyoruz. Ona dair edindiğimiz her veriyi, o anki algılarımız ve hislerimizle de birleştirerek bir puzzle misali yerleştirmeye koyuluyoruz. Hmm, buluşmalara hep zamanında geliyormuş ya da hmm, meyveli pastaları, çikolatalı pastalardan daha çok seviyormuş gibi.
İlişki kurduğumuz insanlara dair öğrendiklerimiz ve düşündüklerimiz, bir süre sonra onları tanıyor olma hissini uyandırıyor bizde. Bu his, güven ve tutarlılığı getirebiliyor beraberinde. İnsanların belli bir durumda belli şekillerde davranacaklarına dair öngörülerimiz ve beklentilerimiz doğrulandığında, elimizdeki puzzle da yavaş yavaş bir form almaya başlıyor. İlkin nereye koyacağımızı bilemediğimiz karman çorman parçalar yığınından renkleri, formları ve tekrar eden şekilleri ayırt edebilmek tatmin edici bir his olabiliyor.
O kişiyle olan anılarımıza, onun hakkındaki duygu ve düşüncelerimize yer veren bu puzzle, beraberinde bir ihtimali daha getiriyor: Parçaları yerleştirdikçe merak duygumuz azalabiliyor çünkü bir süre sonra, söz konusu kişiyi tanıyor olma hissimize güvenerek kalan boşlukları kendi hayal gücümüze göre doldurmaya başlayabiliyoruz. Şunun gibi düşünebilirsiniz: Parçalar birleştikçe ortada bir kedi imajı gördüğümüzü sanıyoruz mesela ve sonra, elimize aldığımız tüm diğer puzzle parçalarını, gördüğümüzü sandığımız bu kediyi tamamlayacak şekilde yerleştirmeye devam ediyoruz. Böyle böyle derken bazen puzzle’ı tamamladığımızı düşünüyoruz hatta.
Fakat ya ortada bir kedi değil de fil varsa?
Karşımızdaki insanda bir ‘kedi’ gördüğümüzü sandığımız andan itibaren bu öngörüde ısrarcı davranmamız halinde, o insanın bir ‘fil’ olma ihtimalini rafa kaldırmış oluyoruz. Ona baktığımızda hep aynı şeyi gördüğümüz için aynı şeyleri düşünüyoruz, mesela: O çok uyur. O diğer kedilerle çok iyi anlaşamaz. O çok sakin karakterlidir. O en çok göbeğine dokunulduğunda sinirlenir vs. vs. Fakat bu kişiye dair edindiğimiz -ve çeşitli durumlar üzerinden doğruladığımız- verilerden yola çıkarak ona biçtiğimiz tanımlar ne sabit ne de hakikatin kendisi. Bu tanımların ancak bir insanın o dönemki ve o mekandaki gerçekliği içinde bir karşılığı olabilir.
Peki bu ne demek? Şu demek: Puzzle’ın dizdiğimiz ve yerlerinden çok emin olduğumuz parçalarını tekrar bir kenara koysak ve şöyle bir uzaktan yine baksak? Fakat bu kez biraz daha sağ taraftan ya da belki biraz daha sol taraftan… Yani bakış açımızı değiştirsek ne görürüz? Diğerleriyle çok iyi anlaşamadığını düşündüğümüz o kişi belki kötü bir dönemden geçiyordur ya da kendini rahat hissettiği sosyal bir çevrenin içinde değildir? Çok sakin karakterli olduğunu düşündüğümüz o kişinin içinde belki fırtınalar kopuyordur? Yani belki de gördüğümüzü sandığımız kedi, devasa bir filin hortumundaki bir detaydır yalnızca? Ya da belki biz parçaları dizmeye çalıştıkça elimize geçen yeni parçaların, bir süre sonra eski parçalarla uyuşmayabileceğini kabul ettikçe yeni imajlar beliriyordur önümüzde?
İlişkiler bu yüzden devam ediyor olabilir: İlişkilerde ihtimaller bitmiyor ve bu ihtimallerin beraberinde getirdiği değişim ve dönüşüm alanları ilham verici ve keyifli hissettirebiliyor. Ya da ilişkilerimiz bu yüzden bitiyor olabilir: İhtimaller değilse bile bu ihtimallere bakma isteğimiz azalıyor ve aynı bakış açısına sıkışmışlığın beraberinde getirdiği ayrılıklar ve yok oluşlar, hayal kırıklıkları ve nostaljiyi doğurabiliyor. —Biz de
ile tam da bu hislerin içinden geçen yapımlardan oluşan bir liste derledik.İşte şimdi o listenin tam zamanı 🍿
Film eleştirmeni
ile 7 film ve 1 diziden oluşan bir liste hazırladık ve Sezen her bir yapım için harika açıklamalar yazdı. İzlediyseniz bizimle düşüncelerinizi paylaşırsınız, izlemediyseniz de izleme isteği uyandırır diye umarak, 8’den geriye saymaya başlıyoruz! ✨8. Normal People (2020, Sally Rooney’nin romanından uyarlama)
Sally Rooney’nin oldukça ses getiren romanından uyarlanan mini dizi Normal People, temelde iki karakterinin zaman içindeki yolculuklarına odaklansa da genel olarak insan ilişkilerine dair bir anlatı sunuyor diyebiliriz. Çünkü iletişim bu ilişkinin kaynağında çözülmeyi bekleyen bir bulmaca gibi bekliyor. Normal People’da da iki karakteri kendi bakış açılarından izleyebildiğimiz bir alana sahip olsak da bu alan daha çok onların cevaplamadıkları sorulara ve belirsizliklerine odaklandığımız yerleri bizlere gösteriyor.
7. Celeste and Jesse Forever (2012, Yön: Lee Toland Krieger)
Bir ayrılık, iki yakın arkadaşın yeniden kavuşması olabilir mi? Bu iki yakın arkadaş bu ayrılık sürecine sandıkları kadar hazır değillerse bu kavuşmaya biraz daha vakit olabilir. Celeste and Jesse Forever, birbirlerini eskiden beri tanıyan ve ayrılmak üzere olan bir çiftin bu süreçte yaşadığı hayal kırıklıklarına odaklanıyor. Yeni benliklerini tanımlayan ve hâliyle yeniden tanışan Celeste ve Jesse, film boyunca sadece birbirleriyle değil kendilerinin dönüştükleri hâlleriyle de karşılaşıyorlar.
6. The Disappearance of Eleanor Rigby (2013 - 2014, Yön: Ned Benson)
Aşk hikâyeleri sinemanın başından itibaren hep anlatılagelmiştir. Ama bazı hikâyeler sinemanın imkânlarını hikâyelerin oluşturabileceği yeni açılarla şekillendirebiliyorlar. The Disappearance of Eleanor Rigby de bunlardan biri. Karakterlerin arasındaki ilişkiyi her iki taraftan da ele alan film, biçimsel olarak da anlatısını iki hatta üç yönden kuruyor. Kadın ve erkek karakterlerinin bakış açısından ele aldığı Her ve Him versiyonlarının yanında nesnel bir noktada konumlanan Them ile beraber üç filmlik bir ilişki anlatısı.
5. All of Us Strangers (2023, Yön: Andrew Haigh)
İki farklı dairenin ve pencerenin sınırlarından çıkan bir ilişki varlığa ve varoluşa dair tüm hisleri taşıyor All of Us Strangers’da. Hem heteronormatif anlatıların ötesinde bir gerçeklik sunuyor hem de bugüne ve yetişkin olma yolculuğuna dair bir hikâyeye davet ediyor izleyenleri. Bu hikâye mekân ve karakterleri üzerindeki etkisini de karakterlerin bakış açıları için işlevsel bir zemine dönüştürüyor.
4. Marriage Story (2019, Yön: Noah Baumbach)
Bir evliliği madalyonun iki farklı yüzü gibi ele alan bir boşanma süreciyle incelediğimiz bir film Marriage Story. İki farklı benliğin, iki farklı mesleğin ve iki farklı şehrin özelliklerini ve çatışmalarını iki karakterinin de gözünden sunuyor. Bir taraftan karakterlerini tanıtırken bir taraftan da ilişkinin evrelerindeki ayrıntıları ortaya koyan yapısıyla karakterlerinin duygularını takip ediyor.
3. Undine (2020, Yön: Christian Petzold)
Zamanların birbirine karıştığı bir anlatıda mutlak olan, zamanın içinde yakalanan bir karşılaşma anı Undine’de. Tesadüfi karşılaşmanın iki tarafında da hatırlamaya ve yaşama dair bir hayatı aşacak kadar soru ve cevap var. İki aşığın peşinden, iki aşığın penceresinden baktığımız, tarihi, mekânı, günleri, yılları, saatleri tek bir noktada toplayan bir film Undine.
2. Sibyl (2019, Yön: Justine Triet)
Gerçeğin ve kurmacanın ilişkisi kurmaca içindeki karakterlerin bir yönetmen gözüyle karşımızda nasıl canlandığına ilişkin alanlar da ortaya çıkarabiliyor. Sibyl böyle bir film. Gerçekte akan olaylarla selamlaşan bir filmin hikâyesi de var bu filmde. Film içinde film gibi ilerleyen bu anlatı bir taraftan da filmin dışında kalan ve filmin içinden bakan karakterlerinin bakış açılarının bu gerçek ve kurmaca sürecinde nasıl şekillendiğini de bizlere gösteriyor.
1. The Hours (2002, Yön: Stephen Daldry)
Üç kadın, üç farklı zaman ve üç hikâye… The Hours bu üç hikâyenin birbirleriyle bağlanabildikleri bir ortaklıktan sesleniyor bizlere. Virgina Woolf’un zihninden ve sesinden, onun yazdıklarını kendini keşif yolculuğunda yanında taşıyan bir kadınla, sonra da başka bir şehirde Mrs. Dalloway ve çiçekleriyle bir diğer varoluş hikâyesiyle buluşuyoruz. Üç kadının zamanları aşan bağı ve ilişkisi, üçünün bakış açılarıyla ilerliyor.
Bu filmlerden hangilerini izlediniz?
Bu listede olmayan ama eklemek isteyebileceğiniz yapımlar hangileri?
Yorumlara bekliyoruz.
Haftaya görüşmek üzere.