Okuma süresi: 7 dakika
Selam, nasılsınız? Bugün benim için çok önemli bir konuğu ağırlıyorum: Zeynep Dilan Süren. Kendisi bir yönetmen. Film festivallerinden duymuş veya izlemiş olabileceğiniz Büyük İstanbul Depresyonu isimli ödüllü kısa filmin yönetmeni. Aynı zamanda yapımcısı olduğu Dilan Hakkında Konuşmalıyız isimli kısa film de geçtiğimiz günlerde Adana Altın Koza Film Festivali’nde bir ödül kazandı.
Dilan lise yurdundan arkadaşım. Kendisiyle benim lise 1’e geçtiğim sırada onun hazırlık sınıfına başladığı 2008 yılında tanıştık ve sonra arkadaşlığımız büyüyerek ilerledi.
Lisedeyken, Dilan ve ben birlikte geçirdiğimiz zamanın önemli kısmını sinemaya olan ortak ilgimiz üzerinden hayallere dalarak ve senaryolar düşünerek geçirirdik. Kısa film yapma işine de girişmiştik. O sıralar başladığımız yerden devam etti Dilancığım bu sinema işine, Rozerin, Neden? ve Ben Neden İntihar Etmişim? kısa filmlerini yaptı, ödüller aldı. Ve sonra da kendisini birçok festival ile birlikte Saraybosna Film Festivali’ne götürüp ödül kazandıran Büyük İstanbul Depresyonu filmini yaptı.
Dilan’ın filmi çıktığı sıralarda artık çoktan iletişimimiz kopmuştu ne yazık ki. Sosyal medyalarda aktif birisi değildim, ve bir noktada da yurt dışına taşınmıştım. İsmini gördüğümde yaşadığım şaşkınlığı ve heyecanı tahmin edebilirsiniz. Sonra bir gün İstanbul’da olduğum bir ara kendisine yazdım ve buluştuk, en son görüşmemizden tam 10 yıl sonra! Bu sohbet sırasında dönüp dolaşıp lise ve yurt konusu açıldı. Spesifik olarak da bu kadın yurdundaki kadın arkadaşlıkları. İkimizin de hatırasında baskın şekilde yer etmiş bu arkadaşlıklar hakkında bir gün bir sayı hazırlamak istiyordum, sonra fark ettim ki Dilan’dan daha iyi bir konuk bulamam bunun için. O da sağ olsun teklifimi kabul etti.
Öyleyse lafı uzatmadan 2008-2012 yıllarına ışınlanıyoruz. 💫
Tuğba
‘Lise öyle miydi? Keder de neşe de çok coşkuluydu’
Öncelikle hoş geldin Dilan, teşekkür ederim kabul ettiğin için. Seninle aylar, yıllar sonra tekrar buluşmak ve söyleşmek çok güzel —ve çok acayip bir his. Liseye ve yurda dair neler hatırlıyorsun öncelikle? Şu an bulunduğun yerden o yılların genel bir tablosunu çizip kendini oraya konumlandırsan nasıl bir şey çıkar?
Kesinlikle çok acayip bir his. Lisede epey yakın olsak da sonrasında geçen sene buluşana kadar görüşmedik. Ve sanırım herkes lise arkadaşları için benzerini yaşıyor; sen benim için 16 yaşındasın. Lise yıllarının benim hayatımdaki etkisi çok fazla. Lise bittiğinde sanmıştım ki ömrüm bu yoğunlukta 5 senelerden ibaret olacak. Öyle olmadı. Yılların nasıl geçtiğini anlamadığım silik bir 11 sene sanki. Lise öyle miydi? Keder de neşe de çok çoşkuluydu. Çok fazla şey hatırlıyorum.
Yurttaki kadın arkadaşlıklarının dinamiklerine dair neler söyleyebilirsin? Dostluklar ve kahkahalar, fazla yakınlaşmalar, bir türlü uzaklaşamamalar ve dar alanda kısa paslaşmalar hakkında…
Lise dönemini hayatımda bu kadar etkili kılan yurttaki kadın arkadaşlığı tabii. Liseyi yatılı okumasam, bu deneyime sahip olmasam, nasıl bir insan olurdum bilmiyorum. Orada kurduğum dostluklar beni ben yaptı.
Yanlış anlaşılmaya müsait yanlış bir benzetmeyle başlamak istiyorum. Ben o deneyime direkt sahip değilim ama bu ülkede yaşayan hepimizin iyi bildiği “akrabalığın” sanırım buna benzer bir yanı var. Kızarsın, küsersin, arkasından konuşursun, mal kavgasına düşüp gırtlak gırtlağa gelirsin ama toksik bir şekilde o ilişki devam eder. O yaşta aynı odada yaşamaya başladığın arkadaşların da “ailen” oluyor. Bu yüzden dışarıdan anlaşılamayan, arkadaşlık kalıbına sığmayan bir ilişki gelişiyor. Yan yatağında yatan, hayattaki tüm sırlarını paylaştığın arkadaşını hem canından çok seviyorsun hem de kimsenin göremediği zaaflarını görüyorsun. Belki sinir oluyorsun, değiştirmek istiyorsun. O da aynı şekilde. Buradaki dinamik ne içinde yaşarken ne de dışardan bakılarak kolay çözümlenecek bir şey.
Akrabalıkta seni bir arada tutan şey muhafazakar toplumsal yapı. O ilişkinin devam etmesi, ezilenlerin ezilmeye devam etmesine yarıyor. Bize zarar veren normların kutsanmasına kadar gidiyor. Yurttaysa birlikte bir mücadele var. Kadınların ezilenler olarak ezildikleri yerden geliştirdikleri arkadaşlıkların içindeki toksikliğin bile ilerici bir yanı var. İçine doğduğumuz ve bizi şekillendiren toplumsal koşullar içinde mükemmel sağlıklı ilişkiler geliştiremediğim için kendimi suçlamak hoşuma gitmiyor.
‘Bizi yine biz anlayacağız’
O yıllar, arkadaşlıklar hakkındaki güncel düşünce ve yaklaşımlarını nasıl etkiledi? Şu an insanlarla -spesifik olarak kadınlarla- ördüğün ilişkilerde liseden izler görüyor musun?
Lise dönemindeki arkadaşlık deneyimim, sonrası için çok belirleyici oldu. Hala daha yetişkinler gibi arkadaş olmayı başaramıyorum. O deliliğin içine hop düşüyorum. Romantik ilişkilerime göre çok daha ihtiraslı bir şey var orada. Belki yetişkin gibi olamamak yorucu olsa da iyi bir şeydir.
Bir de şu yanı var: Kadın arkadaşlıklarının anlatısı cinsiyetçi bir yerden hep kıskançlık ve kavga üzerine kurulu. Bir erkeğe bir sorununu anlatırsın. ‘Kadınlar böyle’ der geçer. Çok özel, güç verici ve belki mücadelemizde bizi ayakta tutan yegane şey kadın arkadaşlığı. Bu yüzden bunu konuşmaya açtığın için sana çok teşekkür ederim. Biz öznesi olarak bunun üzerine; nerden iyi geliyor nereden yıpratıyor gibi konuları konuştukça, anlatılar çeşitlendikçe bu hepimize iyi gelecek. Kendi arkadaşlıklarımıza daha sağlam bir yerden sahip çıkacağız.
Yurt arkadaşlığı dinamiği kolay çözülecek bir şey değil demiştim ya. Aslında kadınlığa ve kadın arkadaşlığına dair bir sürü dinamik için geçerli. Konuşa konuşa, ürete ürete bizi yine biz anlayacağız.
Konuyu biraz sinemaya getirecek olursak, yurt arkadaşlarının ve o dönemde tanıştığın insanların, senin yaratıcı bir insan olarak kendini keşfetmene ve ifade etme sürecine nasıl bir etkisi oldu?
İnanılmaz büyük bir etki tabii ki. Ben liseye film yapmak isteyen biri olarak gelmiştim. Bu istekle yaşadığım her karşılaşma beni şekillendirdi. Canan Hoca’yla ilk sinema kulübü toplantısını hala hatırlıyorum. Sen ve Seda da oradaydınız. Bir üst dönemim olmanız da etkisiyle sizin bu kadar çok film izlemeniz, sizden ilk defa duyduğum yönetmenler, kullandığınız dilden dolayı bu karşılaşmanın beni çok heyecanlandırdığını hatırlıyorum. O yaşta izlediğimiz filmlerin bizdeki etkisi de çok başka oluyor. Kulüp gösterimi olarak birlikte Dancer in the Dark izlemiştik.
Hissimi unutamıyorum. Ve şu an yapmak istediğim bir filmin en büyük ilham kaynaklarından biri o film mesela. Canan Hoca’nın bizi film yapmaya teşvik etmesi de çok önemli benim adıma. O kadar yapılabilecek bir şey gibi davrandı ki ben de yaptım. Biz üç arkadaş birlikte filmlerimizle pıtı pıtı liselerarası bir yarışmanın ödül törenine gittik. O deneyimi birlikte yaşamak, filmlerimiz ve diğer filmler hakkında birlikte konuşmak çok besleyiciydi.
Yurt arkadaşlarım lisede yaptığım filmlerde oynadı, kamera arkasında görev aldı, ailesinin evine götürüp annesini babasını oyunculuğa ikna etti, kurgu için feedback verdi ve en önemlisi bana ‘sen yaparsın sana inanıyoruz’ dediler. Yaratıcı bir insana, sevenlerinin desteği her şey demek. Ben hem aileden yana hem arkadaşlardan yana çok şanslıydım hep.
‘30 yaşındaki Dilan’ın 14 yaşındaki Dilan’a söyleyecek bir şeyi yok’
Yurt, lise, arkadaşlıklar gibi konular üzerine bir film yapmak ister miydin? Bu filmin nasıl bir tonu olurdu?
Evet isterdim. İstiyorum. Zaten yaptığım ve yapmak istediğim işlerin temelinde hep arkadaşlık oluyor. Kadın arkadaşlığı hakkında çok daha fazla film izlemek istiyorum. Bu aşk filmi gibi bir kategori olmalıydı. Olurdu da, kadınların sinema yapma imkanları erkeklerle eşit olsaydı.
Yurtla ilgili de yurt yıllarımdan beri kafamda şöyle bir sahne var: Yatılı okulun ilk gecesi herkes yatağında. Kimi uyuyor, kimi stresli, kimi ağlıyor. Arkada Candan Erçetin Yüksek Yüksek Tepelere, yerli TV dizileri estetiğinde bir kurgu, belki yavaş çekimde. Biraz eğlenerek hayal ettiğim bir sahne bu.
Onun dışında yine uzun süredir düşlediğim bir dizi hikayesi var. Senin de bildiğin gibi yatılı okullarda son sınıflar yeni gelenlere bir “şaka gecesi” düzenler. Bu şaka gecesinde şakayı yapan son sınıf öğrenciyle, şaka yaptığı yeni öğrenci arasında geçen bir olayın merak unsuru olduğu bir hikaye. Biz yıllar sonrasından başlıyoruz hikayeye. Aralarındaki iletişim okul sonrası bitiyor, ancak yıllar sonra bir ev arkadaşı ilanıyla bir araya geliyorlar. Arkadaşlık, birbirimizi iyi etme hatta “kurtarma” isteğimiz, birbirimize sorumluluklarımız üzerine bir dizi. Ve bir de 2008-2009 yıllarında yatakhanede geçen bir politik gerilim fikri. :)
2008 yılına ışınlanıp lise yurdunun kapısında bekleyen Dilan’la karşılaşsan kendine ne söylemek isterdin?
Bu soruyu ilk okuduğumda gözlerim doldu. Hiçbir şey söylemezdim. 30 yaşındaki Dilan’ın 14 yaşındaki Dilan’a söyleyecek bir şeyi yok. Tek bir cümle bile çok farklı sonuçlara gebe ve ben bu sorumluluğu almak istemiyorum. Soruyu çok ciddiye aldım sanırım.
Ama yurt deneyimi özelinde ilk günlerimizden birinde odamıza gelip ‘şu an çok kötü hissediyorsunuz ama çok yakında geçecek ve burayı çok seveceksiniz, bana güvenin’ diyen her kimse teşekkür ederim. Benim için çok işe yaramıştı. Ben de gelen her alt döneme hemen gidip aynı şeyi söyledim belki işe yarar diye.
Son olarak, dantel sever misin Dilan?
Severim. Dantel olan ve işlenen bir evde büyümedim. Ama çok beğeniyorum ve özellikle kanaviçeli dantelli perdelerde gözüm var.
Dilan’a bu güzel sohbet için çokça teşekkür ederken, buradan bir de kendisinin, başka sinemacılar ile birlikte imzacısı olduğu bir açık mektubu paylaşalım. Buyurun destekleyin diyoruz:
Haftaya görüşmek üzere.
Dantel İlişkiler’i Instagram’da takip etmek ister misiniz?