Bugünlerde nerede bir dantel görsem çok beğenirim. İnce ince işlenmiş, kim bilir yapması kaç saat sürmüştür, hangi gözleri ne kadar yormuştur. Bir zamanlar evde çalışan kadınların vakit buldukları zamanlarda tek başlarına ya da gittikleri altın günlerinde, kurslarda yaptıkları ve evlerinin muhtelif yerlerini süslemek için kullandıkları dantellere bir ara burun kıvırılıyordu. Hatırladınız mı o zamanları? Evle ilgiliydi danteller güya, dışarıda çalışan kadınların bunları yapacak vakti olmadığından bir nevi alt-orta sınıf için vakit öğütücüsüydü, yer kaplıyordu, ev dekorasyonu için yeterince modern ve batılı işi değildi, bla bla. Yalan yok bir zamanlar ben de şimdi olduğu kadar beğenmezdim dantel işlerini. Ablamın okul üniformasının dantel yakasını bir kez benim takmam gerekmişti diye ne bozuk atmıştım mesela bir gün. Oysa şimdilerde, pinterestte azıcık vakit geçiren her insanın görebileceği gibi dantel ve bu tarz dikiş nakış işleri yükselişe geçti ve bir nevi orta-üst sınıf hobisi olarak yeniden kimlik kazandı. Gençler de dantel örüyor, cinsiyet kimliğinden vs. bağımsız olarak pek çok insan bu işle ilgileniyor. Danteller aslında her zaman güzeldi, değerini bilenlere.
Asıl konumuza gelelim, ilişkiler. Evet, Dantel İlişkiler, çünkü ilişkilerde de her şey önce bir iple başlıyor. İncecik bir ip, bir insanı diğerine çekiyor, yakınlaştırıyor, bağlıyor. İpler yan yana geldikçe, düğümler atıldıkça bağlar, hatta bir süre sonra da desenler ve örüntüler oluşmaya başlıyor. Bazı ilişkiler çok hızlı örülüyor, hiç yormadan, hevesle. Bazıları biraz daha yavaş akıyor, işten güçten vakit kaldıkça, hatta bazen de bir angarya gibi gelerek. Hangisi olursa olsun, bir danteli örmek yine de emek istiyor, vakit istiyor. Bazen hata da yapıyor insan, birkaç ilmek söküyor tekrar örüyor ya da ilmeği sökmeden devam ediyor ve o minik hata, orada olduğunu bilenin gözüne görünmeye devam ediyor hep. Bazen dantel bittikten sonra tozlu bir rafa bırakılıyor, bazen de ipleri başka bir işte kullanılmak için bozuluyor, sökülüyor. Bazen de hep aynı örüntüyü tekrar ediyor insan ilişkilerinde. Yeni bir motif dikkatini çekiyor, ama eli alışmış bir kere, bir bakıyor yine aynı motifi çıkarmış ortaya onca emeğe rağmen.
Danteller gibi ilişkiler de, aşık olmak ve sevmek de, özellikle bunlar hakkında yazıp çizmek de bir zamanlar kadınlığa atfedildiğinden burun kıvrılan şeylerdi. “Konuşulması gereken çok daha önemli meselelere” göre aşk, sevgi gibi konular daha tırı vırıydı, değersizdi ya da bir nevi küçük düşürücüydü, çünkü “kadınsıydı”. Dantel örmek gibi, ancak “vakti olan” kadınların düşünebileceği bir şeydi. Aşka dair çok defa yazmış olan feminist yazar ve entelektüel bell hooks, Türkçe’ye Hep Aşka Dair (all about love) diye çevrilen kitabının ilk bölümüne şair Diane Ackerman’dan bir alıntıyla başlıyor.
Biz toplum olarak aşktan utanırız. Ona müstehcen bir şey muamelesi yaparız. Ve bu durumu gönülsüzce kabulleniriz. Adını anarken bile dilimiz sürçer, yüzümüz kızarır... Aşk hayatlarımızdaki en önemli şeydir, uğruna savaşacağımız, hatta öleceğimiz bir tutkudur ama buna rağmen adlarına mesai harcamaya isteksizizdir. Halbuki onu akıcı ve hoş bir sözcük dağarcığı olmadan dolaysız bir şekilde dillendiremeyiz de düşünemeyiz de.
Evet, sahiden de ne ki bu love? İngilizce’de tek kelime olarak geçen, Türkçe’de karşılığının aşk mı sevgi mi yoksa durumuna göre ikisinin karışımı mı olduğunu bilmediğim bu kelimeyi söylemekten, “seviyorum” demekten, sevgiyi göstermekten, istemekten ya da sevgiye ihtiyaç duymaktan neden bu kadar korkuyoruz? Bu korku, bugünlerde tekrar moda olan dantellerde olduğu gibi azaldı ve artık sevgi ve saygı dolu ilişkiler kurmayı istemek, 555 777 gibi sıradan bir manifest haline mi geldi? Yoksa yine dantellerde olduğu gibi ilişkilerde de uzaktan bakıp “ay ne de güzelmiş” diye iç geçiren ama azıcık örmeye oturdu mu sıkılganlığı tutanlar arttı mı?
Ne istiyoruz peki biz bu aşktan meşkten, tam olarak neyi manifestliyoruz? Karşılıklı olarak aşktan ve sevgiden ne anladığımızı tanımlarsak belki işimiz kolaylaşır. bell hooks, yukarıda bahsettiğim Hep Aşka Dair kitabında yıllarca aşkın tanımını aradığını ve nihayet bir kitapta bulduğunu yazıyor. Yaptığı alıntının Türkçesi sanırım şöyle bir şey:
Sevgi bir irade eylemidir, yani hem bir niyettir hem de bir eylem. İrade aynı zamanda seçimi işaret eder. Sevmek zorunda değilizdir. Sevmeyi tercih ederiz.
Niyet ve eylem… Seçim olarak sevgi… bell hooks, bu alıntıyı kendi kelimeleriyle tekrar düşünüyor ve seçimi, aşkın/sevginin içgüdüsel olarak geldiğine yönelik yaygın varsayıma karşı savunuyor. Yani aslında sevginin oluşabilmesi ve devam edebilmesi için bir insanın o sevgiyi beslemeyi tercih etmesi gerekiyor. Çünkü sevgi gerçekten de emekti arkadaşlar. Dantel örmeye de niyet edebilirsiniz, hatta aklınızdaki o müthiş desenin nasıl olmasını istediğinizden saatlerce etrafınızdakilere bahsedebilirsiniz; ama eylem olmadan, o tığı elinize almadan dantel öremezsiniz. Öte yandan dantel örmek bana göre değil diyorsanız ya da içimden gelmiyor diyorsanız ona da tamam, çünkü zorunda değiliz. Sevgi öyle tepemize gökten düşen elmalar gibi küt diye iniveren, düşüşünü engelleyemediğimiz ya da çarptığı yeri acıtan bir şey değil. Sevgi, örmeyi isteyenler ve tercih edenler için var.
Aşkı ve sevgiyi tanımlama gayretlerinde bazen bir tutam da acı da katılır aşkın sevginin içine, sanki bu tarifin acısızı yokmuşçasına. Öykü yazarı ve şair Raymond Carver, en meşhur öykülerinden biri olan Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz (What Do We Talk About When We Talk About Love) öyküsünde bu acılı acısız tartışmasını biraz açar. Zaten öykünün isminden de anlaşılacağı üzere amaç, aşktan konuştuğumuzda ne kastettiğimizi, ne anladığımızı tanımlamaktır biraz.
Dört karakter vardır öyküde bir masanın etrafında oturan, iki heteroseksüel evli çifttir bunlar. Terri intihar eden eski kocası Ed’i hatırlar bir sohbette. Terri’ye göre Ed onu o kadar çok sevmiştir ki önce onu öldürmek istemiş, sonuçta da kendini öldürmüştür. Terri’nin şimdiki kocası olan Mel ise Terri’nin aşk olarak tanımladığı bu şeyin kendisi için bir karşılığı olmadığını ve aşktan konuşurken şiddet konuşulacaksa bunu istemediğini söyler. Terri ise kim ne derse desin o ilişkide şiddet olmasına rağmen aşk ve sevgi olduğu konusunda bir tık ısrarcı davranır. Masadaki diğer çiftin de katılımıyla bu konu tartışmaya açılır.
Yüzyıllardır aşka yüklediğimiz tanımlar ve anlamlar gereğince aşk ayakları yerden kesilip bulutlarda uçamayacak kadar ağırlaştı. Aşkın içine acı, korku ve şiddet kelimelerinin de eklenmesi normalleştirildi, bunların ilişkilerde olağan şeyler olduğu söylenegeldi. Aşk konuştuğumuzda gözyaşlarını ve kırıklıkları da konuştuk bolca ve zaten öyle olmalıydı dedik. İçinde şiddet olan ilişkiler yaşayan insanlar bu ilişkilerin şiddetsiz bir anında, belki bir yerde aşk ve sevgi de hissettiler, evet. Fakat aşk her şeyi affeder mi? Hayır.
Toksik ilişki radarımızın bir tık geliştiği şu son yıllarda belki daha dikkatli olduk bu konularda. Öyle olduğunu umarım…
Aşkı ve sevgiyi tek bir yazıda tanımlamaya çalışmak zor. Öyleyse danteli örmeye bir sonraki yazıdan devam edelim.
Okuması çok keyifliydi! Ellerinize sağlık.