Nasılsınız? Bu hafta sonu favori etkinliklerimden biri tabii ki Twitter’da 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü dövizleri okumak oldu. İstanbul’da olsam ben ne yazardım diye düşündüm. -Konumuz ilişkiler olunca- aklıma şu geldi: “‘Hayır’ı anlaman için başka ilişkide olmam gerekmiyor.” (daha yaratıcı bir döviz için düşüneceğim söz.) Bu özellikle heteroseksüel karşılaşmalarda yaşanabilecek dünya saçması bir durum: Mesela sizden hoşlandığını söyleyen bir erkeğe hislerinizin karşılıklı olmadığını söylüyorsunuz; o ısrar ve ikna çalışmalarına başlıyor. Hayır, hayır, hayır diyorsunuz; anlamıyor. Artık mecbur son hamleyi yapıp “ilişkim var” kartını gösteriyorsunuz ve o “haa şunu önceden söyleyeydin ya” olup nihayet uzaklaşıyor.
Neden bazen birilerinin bir karşılaşmayı besleyip büyütmek istemediğimizi anlaması için “hayır” dememiz yetmiyor da o sihirli sözcükleri fısıldamamız ‘gerekiyor’? Ya da neden bazen bazı erkeklerin hoşlandıkları kadınları ‘bir şey yaşanma potansiyeli olan biri’ kategorisinden çıkartmaları için söz konusu kadınların başka bir erkekle ilişkide olması ‘gerekiyor’?
Bu sorularının cevabı onayla, erkeklikle vs. ile ilgili bolca dert içeriyor. Bunları biraz açmak için bu hafta bazı bölümlerini okuduğum bir kitabı karıştırıyorum: Feminist filozof Manon Garcia’nın La Conversation des sexes kitabı. Manon Garcia şöyle diyor -kitabın Türkçesi olmadığı için çeviri benden:
Eril tahakküm kadınların sosyal olarak diğerlerine göre tanımlanmasına sebep olur: Sosyal olarak kadınların değeri kocalarının, erkek kardeşlerinin veya çocuklarının değerinden türer.
Yani kadınların öncelikle insan oldukları için değil, X kişisinin eşi, Y kişisinin kız kardeşi, Z kişisinin annesi oldukları için değer gördükleri bir tarihsel arka plan var. Bu planda sıkışıp günümüze henüz gelememiş bir erkek de bir kadının hayır beyanını duyduğunda değil, ancak A kişisinin sevgilisi olduğunu duyduğunda o “hayır”ı kabul edebiliyor. –Tabii bu hala kadının “hayır”ına değil, sevgilisi olan A erkeğinin çizdiği varsayımsal sınırlara, ağzından çıkan varsayımsal bir “hayır”a yönelik bir kabulleniş. Bu senaryoda “erkeği olan kadın” böylelikle “müsait” olmaktan çıkıyor. (Ufak not: Unutanlarınız varsa, geçen yıla kadar TDK’da müsait kelimesinin bir tanımında ‘flört etmeye hazır, kolayca flört edebilen (kadın) yazıyordu.) İlişkisi olmayan kadın = “müsait kadın” ya da “müsait kadın” = “flört etmeye hazır kadın” ya da “flört etmeye hazır kadın = yollu kadın” ya da ilişkisi olan kadın = “erişime açık olmayan kadın” denklemlerinden ne zaman kurtulabiliriz tahminen? Sadece soruyorum.
Çevremizde ayıklana ayıklana bir tek “ilişkim var” kartından anlayan insan artık kalmamıştır – diye tahmin ediyorum ve umuyorum. Ama hayat bu; türlü türlü durumla karşılaşıyor insan ve özenle seçip sevgiyle yarattığı güvenli çevresinin dışına çıkmak zorunda kalıyor bazen. Sokak buna iyi bir örnek. Mesela geçtiğimiz günlerde eve dönerken bir adam yanıma yaklaştı, neşeyle, güler yüzle selam verdi. Ben de merhaba dedim. Kolunu uzattı, dirsekleri tokuşturarak selamlaşmak istiyor sandım; insaniyet adına öyle de yaptım. (Bu şehirde birbirini tanımayan insanlar birbiriyle selamlaşmayı, konuşmayı sevdiğinden artık yadırgamıyorum.) Meğer koluna girmemi teklif ediyormuş. Yok hayır, istemiyorum dedim ve adam tam olarak şöyle dedi: “Nasıl hayır?” Öyle absürt bir sınır tanımayış ki… Adam resmen “hayır” deyişime değil “hayır” diyebilme ihtimalimin kendisine, “hayır” diye bir cevap olabildiğine şaşırdı. Manon Garcia bunu şöyle açıklıyor:
Filozof Kate Manne eril tahakkümün erkeklere, özellikle kadınlarla olan ilişkilerinde “her şeyin meşru olarak kendilerine borçlu olduğu hissi” olarak tercüme edilebilecek bir hak sahibi olma (sense of entitlement) duygusu verdiğini gösteriyor.
Yani bu hak sahipliğine göre adamın kafasında ben çoktan koluna girmiştim bile aslında, şaşkınlık oradan, elbette girecektim çünkü olması gereken buydu(!)
Tanımadığımız insanlara “hayır” demek bazen daha kolay olabiliyor çünkü sokakta yürürken tanımadığım bir adamın koluna girmek istemediğimi pek tabii ki biliyorum. Konu tanıdığımız, hoşlandığımız ya da ilişkide olduğumuz, ama o an, orada “koluna girmeyi çok da istemediğimiz” insanlara geldiğinde belirginlikler azalabiliyor bazen ve “hayır” demek zorlaşabiliyor -ve hatta bazen bir “evet” bile çıkabiliyor.
ah bu reddedemeyişler…
Manon Garcia burada ilginç bir noktayı açıyor: Böyle bir “evet”in, kaynağı düşünüldüğünde zarar verebilecek bir seçim olduğunu ama aynı zamanda “evet”in kişinin karar alma kapasitesi kapsamında saygı duyulması gereken bir seçim olduğunu söyleyerek “eylemlilik ikilemini” (agency dilemma) sorguluyor:
Kadınlar başkalarının bakımını üstlenecek ve başkalarının istediğini isteyecek şekilde yetiştirildiğinden, cinsel isteklerinin kısmen bu yetiştirilme tarzının ve cinsiyetçi sosyalleşmenin bir ürünü olması ve dolayısıyla karşılaştıkları adaletsizliklere katkıda bulunması çok muhtemeldir. Ancak yine de onların seçimlerine saygı duymak çok önemli, aksi takdirde cinsiyet normlarının onlara yaptığı adaletsizliği ikiye katlama riskiyle karşı karşıya kalırız.
Gerçekten de kadınlara “ben ne istiyorum” sorusu çok az öğretiliyor. Neyin yasak olduğu, hangi durumlardan ve erkeklerden kaçınmaları gerektiği bol bol nasihat edilirken ya da hangi stratejilerle kaçınabilecekleri (bknz: “ilişkim var” kartı gibi) konuşulurken, “neyi istersin” sorusunun cevabı muallakta kalabiliyor. “Ben ne isterim” sorusuna tam bir cevap olmayınca da Öteki’nin ihtiyaç duydukları, Öteki’nin istedikleri üzerinden bir istek ve seçim geliştirmek bazen daha alışılmış bir refleks olabiliyor.
Bunun değişmesi için tabii ki sadece kadınların isteklerini değil genel olarak onayı da düşünmemiz gerekiyor. İlişkilerde onay şimdiye kadar sanki her on beş saniyede bir yeniden imzalanması gereken bir kontratmış, bu yüzden de sıkıcıymış, uğraştırıcıymış, ahlaki bir yükmüş gibi algılanageldi. Oysa onay “evet” ve “hayır”lardan, soru-cevaplardan ya da taraflar arasında sağlanan bir sözleşme olmanın da ötesinde bir yerde duruyor. Onay bir sohbet, onay bir açık deniz. Manon Garcia cinsel ilişkiler özelinde onayı “erotik sohbet” olarak düşünmeyi öneriyor. Onayı konuşarak, isteğe alan açarak, “böyle bir sosyal durumda böyle davranmam daha doğru olur” düşüncesinin değil “ben neyin olmasını isterim” düşüncesinin eylemlere ve seçimlere yön verdiği bir esneklikte, erotik bir anı birlikte yaratarak, birlikte hissederek yaşamak da mümkün.
Bir sonraki 8 Mart’a kadar güzel dövizler düşünedururken erotik onayın eksik olmadığı ilişkiler örelim bol bol. Kendimizi “pardon ilişkim var” demek zorunda hissetmeden ve ilişkide olduklarımızla da “bunu yapmam gerekir” gibi zorunluluklara takılmadan… içimizden geldiği gibi yaşadığımız… yaşadığımız bir 8 Mart için örelim.