Selam, nasılsınız? Dantel İlişkiler’in 46. sayısına hoş geldiniz. Bugün benim için özel bir gün çünkü bugün Dantel İlişkiler’in 1. yıl dönümü. 🥳 🧿 Dantel İlişkiler’in ilk sayısını geçen sene bugün yayınlamıştım ve 2 kişinin mail kutusuna gitmişti sayı. Aradan geçen bu 1 yılda bültene neredeyse 1500 insan abone oldu ve ben, küçük bir kutlamanın vakti geldi diye düşünüyorum. 🥂
“Ee sen nelerle meşgulsün?”
Kutlamalarla aram iyi olamadı pek çünkü hayatımın büyük çoğunluğu, kutlanmaya değer bir şey yaptığımı düşünmeden geçti ne yazık ki. Mezun olmak, işe girmek, uzun süredir üzerinde çalıştığım bir projeyi tamamlamak gibi kişisel başarılar, benim için zaten ‘olması gereken’ şeyler gibiydi. ‘E zaten bunu böyle yapman gerekiyordu, bir de tebrik mi bekliyorsun?’ —Geçmişte alamadığım birtakım onay ve takdirler beni başarılardan çok başarısızlıklara odaklı biri yapmış olsa gerek. 🫠
Fransa’ya göç ettikten 2 yıl sonra, yaşadığım tüm maddi manevi zorluklara, daha önce lisansımı aynı alanda yapmamış olmama ve tezimi pandeminin ortasında, Fransızca dilinde yazmış olmama rağmen yüksek lisansımı çok iyi bir notla bitirdikten ve jüri, tezimi epeyce övdükten sonra hissettiklerimi hatırlıyorum mesela: Birkaç saatlik bir rahatlamanın ardından içimde yeniden büyük bir stres belirmişti ve gurur hissiyle rahat rahat oturamamıştım: Peki ya şimdi ne olacak? Dikkatim hep olacak olandaydı. Yaptıklarımı -iyi ya da kötü- yapmıştım zaten nasılsa. Lisansımı, yüksek lisansımı bitirmemi, doktoraya başlamamı, tek başıma göç etmemi, 18 yaşımdan beri neredeyse aralıksız şekilde çeşit çeşit işte çalışmamı ve pek çok tanıdığımın gurur duyduğu diğer ‘başarılarımı’ ben hiçbir zaman kutlamadım. Kutlama yapmak aklıma gelmedi —içten içe bunu hak ettiğimi düşünmedim herhalde bunca zaman.
Ortada kutlanacak bir şey olmadığını düşünmek, insanın yaptıklarını -kendi gözünde ve dolaylı olarak diğerlerinin gözünde- küçükleştirmesine ve önemsizleştirmesine de sebep oluyor. Yaptığım şeylerin bir ‘başarı’ olarak atfedilebileceğini; yaptığı işi sahiplenen ve paylaşmaktan gocunmayan insanları gördüğümde fark ediyorum bazen ancak. Yaptıklarımı -şayet sorulursa- ‘hehe ben de kendimce uğraşıyorum işte bir şeylerle’ diyerek anlatmanın mütevazilik olduğunu düşündüğüm, ‘ee sen nelerle meşgulsün?’ sorusunu hep hızlı ve basit cevaplarla geçiştirmek istediğim onca yılın ardından kazın ayağının öyle olmadığını ancak 30’lu yaşlarımda anlamak, hem güzel hem de biraz buruk geliyor.
Türkiye gibi, alçakgönüllülüğün yer yer sessizlik ve uysallıkla karıştırıldığı, yer yer aptallık ya da tam tersine, büyük bir erdem olarak algılandığı ve çoğunlukla da kadınlara yakıştırıldığı toplumlarda insanın kendi başarılarını çevresiyle paylaşması ve bunlarla gurur duyması çok da kolay olmuyor. Patriyarka, mütevazilik adı altında özellikle kadınlardan, yaptıklarını önemsizleştirmesini -hatta sevimlileştirmesini- istiyor. Yaptıklarını ciddi bir şekilde ortaya koyan, adını ve işini sahiplenen, adımları tak tak duyulan kadınların, eril otoriteye bir tehdit oluşturacağı korkusu, kadınlığa ‘iddiasız’ olmayı, çok yer kaplamamayı öğütlüyor.
“Hikayeler ve sohbetler kökler gibidir”
Geçen sene bugün Dantel İlişkiler bültene başladığımda üzerine kendi ismimi bile koyamamış, haftalar hatta aylar boyunca anonim bir şekilde ilerlemiştim. Sevdiğim birkaç insana bile utana sıkıla atmıştım, ki bu attığım arkadaşlarımdan birinin de içinde olduğu yakın arkadaş grubumdan bir başka arkadaş, ‘bizim neden haberimiz yok, neden gruba atmadın?’ diye sorduğunda dank etmişti kafama. Sadece Dantel İlişkiler’i değil, son 6-7 yıldır bir sürü farklı yerden çıkan hiçbir yayınımı atmamıştım neredeyse kimseye. Kötü eleştirilerden korktuğumdan falan da değil; dikkatleri -güzel olduğuna inandığım bir şeyle- üzerime çekmek, tebrik ve hatta alan almaktan çekindiğimden.
Fakat artık daha iyi biliyorum ki sessiz kalmak, ortada -kutlanmayı geçtim hiç yoktan paylaşılmaya değer- bir şey olmadığını düşünmek, seslerimizi çoğaltmamıza ve birbirimizden öğrenmemize de engel oluyor. Kelimeler aramızda bağlar örüyor ve biz, bu bağlarla birbirimize ve hayata tutunuyoruz aslında. Buna ilişkin çok güzel bir alıntı paylaşmak istiyorum sizinle, Rebecca Solnit’in, Tüm Soruların Anası isimli kitabında geçiyor:
Kelimeler bir araya getirir, sessizlik ayırır bizi; konuşmanın teşvik ve temin edebileceği yardımdan, dayanışmadan, paylaşımdan mahrum bırakır. Kimi ağaç türleri yer altında gövdelerini birbirine bağlayan kök sistemleri oluşturur, ağaçlar tek başlarına rüzgarda çarçabuk devrilmesin diye onları birbirine bağlayıp daha sabit bir bütüne dönüştürür. Hikayeler ve sohbetler bu kökler gibidir.
Bu alıntıyı, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında kızkardeşlik ve birlikte güçlenme teması altında geçen Pazar günü Damla Sandal ile birlikte yürüttüğümüz fotoğraf üstüne nakış atölyesine gelen katılımcılarla da paylaştım. Bu atölyeyi aynı zamanda Dantel İlişkiler Kulübü’nün üçüncü -ve de ilk fiziksel- buluşması kapsamında da yaptığımızdan heyecanla bekliyordum ve gerçekten, inanılmaz bir deneyim oldu. Hepimiz günün temasına uygun şekilde seçtiğimiz fotoğrafları neden seçtiğimizi paylaşırken ortaya çok güzel hatıralar döküldü ve birbirimizin hikayelerinden güç alarak işledik nakışlarımızı. Benim için bir kutlama gibiydi bu buluşma —Kendi gerçekliğimi konuşursam hoş karşılanmayacağım düşüncelerine ‘hadi siz biraz kenara çekilin artık’ diyebilmeye başlamamın kutlaması. Bir senedir her şeye rağmen her hafta kelimelerden küçük danteller örmeye çalıştığım bültenimin kutlaması. Ve en önemlisi de, dayanışmanın ve kızkardeşliğin kutlaması.
Kutlamalara yönelik bu düşüncelerim, içimde hala tüm bunların aksini söyleyen küçük self-sabotage perileri olmadığı anlamına gelmiyor. Fakat o periler belirdiğinde ne diyoruz artık:
Dünya için küçük olabilir ama benim için büyük.
Sayıyı kapatmaya doğru giderken, sizinle çok sevdiğim bir başka alıntıyı daha paylaşmak isterim. Bu alıntının nakışını işlemeye başlamıştım, umarım yakın zamanda bitiririm de kasnaklı halini de size gösterebilirim. Sanatçı ve aktivist Faith Ringgold şöyle söylüyor:
You can't sit around waiting for somebody else to say who you are. You need to write it and paint it and do it.
Başkasının sana kim olduğunu söylemesini bekleyerek oturamazsın. Bunu yazman, çizmen ve yapman gerekir.
Ben de ara sıra kendime bu sözü hatırlatıyor, kendi gerçekliğimi konuşmanın, yazmanın, çizmenin ve yapmanın gücüne inanmak istiyorum.
Bu sayıda bolca kutlamalar dedikten sonra sizinle son olarak bugünkü başka bir kutlamadan bahsetmek istiyorum. Erkek arkadaşım Gökalp’in de bir eserinin içinde olduğu, Sahne Projesi tarafından organize edilen Echo / Yankı sanat sergisi bugün ziyarete açıldı! Gökalp göçmenlik, dezenformasyon ve görünmezleştirme ekseninde bir video yerleştirme hazırladı.
15 Ocak’a kadar,
Terra Santa Mekan’da —İstiklal Caddesi’nden Postacılar Sokağı’nın sonuna doğru yürüdüğünüzde karşınıza çıkan, Beyoğlu Belediyesi’ne bağlı bu müthiş mekanda,
Ücretsiz bir şekilde
sergiyi gezebilir, güzel İstanbul manzarasından faydalanabilirsiniz.
Haftaya görüşürüz.
İyi ki Tuğba ve İyi ki Dantel İlişkiler👏🏻👏🏻✨💫🥳😘💜💜
Doğum Günün Kutlu Olsun “Dantel İlişkiler” 🌺