Selam, nasılsınız? Dantel İlişkiler’in 50. sayısına hoş geldiniz. 2 haftalık bir yeni yıl arasından sonra yayınlara kaldığımız yerden devam ediyoruz. Dilerim 2024’ü keyifle kapatmış, 2025’e umutla başlamışsınızdır.
📢 Öncelikle minik bir anonsum var:
Dantel İlişkiler Kulübü’nün 5. buluşmasının kayıtları açıldı!
Hem de bu kez fiziksel ve çevrim içi olmak üzere iki seçeneğimiz var! 😍
Buluşmanın teması yalnızlık olacak —şimdilik herkes bunu nasıl anlıyorsa öyle diyelim. Haydi gelin! :)
💻 İstanbul’da olmayanlar: 25 Ocak Cumartesi günü saat 17:00’da, göndereceğim link üzerinden buluşuyoruz. Katılım ücretsiz ve 12 kişi ile sınırlı.
🌆 İstanbul’da olanlar: 26 Ocak Pazar günü saat 13:00’da, Kadıköy'de No:39 isimli kafede buluşuyoruz. Katılım ücretsiz ve 10 kişi ile sınırlı.
Önceden yeni yıl arefelerinde kendime somut hedefler, daha doğrusu must-dos’, belirler, yıl sona ererken de gerçekleştiremediklerimin ağırlığını bir sonraki seneye devrederdim. Bu yüzden gittikçe uzayan listeler karşısında bir şeyleri kaçırıyor, yetişemiyor hissine kapılırdım. ‘Şu kadar kitap okunacak’, ‘şu kursa başlanacak’ gibi maddelerden oluşan bu listelerin yerini ben yaş aldıkça daha soyut şeyler ve istekler almaya başladı. ‘Sevildiğimi ve desteklendiğimi hissettiğim ilişkiler kurmak istiyorum’, ‘sağlıklı bir bedende yaşadığımı hissetmek istiyorum’ gibi. Hisler üzerine kurulu isteklerin, ‘başarılar’ üzerine kurulu hedeflerden daha sürdürülebilir olduğuna inanıyorum artık. Hayatı üzerine tik atarak yaşanacak bir checklist gibi algıladığım 20’lerimden sonra daha döngüsel bir anlayışa ve ‘akışta olma’ haline yaklaşmak hoşuma gidiyor.
2024’te üzerine çok düşündüğüm bir konuydu bu aslında: Kendimle sadece yeni yıl başlangıçlarında değil, genel olarak must dilinde konuşmayı azaltmak. Elbette birtakım sorumluluklarımız var ve bunları ‘yapmamız gerekiyor’. Fakat temel sorumluluklarım dışında, ‘daha iyi bir yaşam’ için yapmam gerektiğini düşündüğüm ve bir türlü yapamadığım şeyler de var hayatta —yaşadığım şehirle daha canlı bağlar kurmak, bir süredir sürüncemede tuttuğum konulara dair karar almak gibi. Fakat artık bazı şeyleri yapılacaklar listemde günden güne süründürmek ve ısrarla kendime görev bellemek yerine; neden yapmam gerektiğini düşündüğümü ve neden ‘yapamadığımı’ anlamaya çalışmak daha anlamlı geliyor. Kendimi sürekli yapamadıklarımın ağırlığı altında ezdirmektense beni onları yapmaktan alıkoyan hisleri ve davranış kalıplarını aralamak ancak 30’larımda yapmaya başladığım ve ziyadesiyle sevdiğim bir şeye dönüştü.
Engin Geçtan, İnsan Olmak isimli kitabında şöyle söylüyor:
İnsan, kendisine karşıt düşen davranışlarını nasıl geliştirdiğini göremedikçe, özgür olabilmek için neyi aşması gerektiğini de bilemez.
Konunun ilişkilerle ilgili tarafı aklıma şu örneği getiriyor: Bundan 3-4 ay önce bir arkadaşım, bir ara birlikte olup kendisine zarar verdiğini düşündüğü için ayrıldığı bir kişiyle tekrar görüşmeye başlamıştı. Bu kararından şüphe duyduğundan olsa gerek, yaşananları çevresiyle paylaşıyor, insanların bu ilişki hakkında ne düşündüklerini bilmek istiyordu. Bir buluşmamızda bana, arkadaşlarının pek çoğunun ilişkisini bitirmeyi önerdiğinden fakat kendi isteğinin bu yönde olmadığından bahsetti. Söylediğine göre, ayrılması gerektiğini biliyor, fakat ilişkinin bu kez nereye gideceğini görmek istiyordu. Ben de ‘öyleyse gör’ dedim. İnsanın feminizm, eşitlik, ‘sağlıklı ilişkiler’ vb. etrafındaki değerleri bunca benimserken, bunlarla çeliştiğini düşündüğü bir ilişki yaşamayı kendine yedirememesinden konuştuk biraz. Fakat bazen kalp bir şey hissederken beynin aksi yönde eylem almaya çalışması zorlayıcı olabiliyor; duygularla mantığın birbirine danışması/yaklaşması için insanın kendine zaman tanıması iyi olabiliyor. Nitekim arkadaşım da ilişkisine devam etti, aradan bir süre geçti, birtakım olaylar yaşandı ve arkadaşım ilişkiyi bitirdi —kararından daha emin olarak. Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında Clarissa Estes Pinkola’nın da söylediği gibi:
Zamanı geldiğinde, zamanıdır.
Bu olaydan ‘çıkarılacak ders’, bize zarar verdiğini düşündüğümüz ilişkilerde kalmaya devam etmek değil elbette. Sadece bazen yapmamız gerektiğini düşündüğümüz bir şeyi yap(a)mayışımızın ya da ötelememizin ardında bir sebep olabiliyor ve o sebep, üzerine düşünmeye değer. Bu düşünce süreci bazen içsel, bazen dışsal sebeplerden etkileniyor, bazen hızlı bazen de çok yavaş ilerliyor. Bu sırada her zaman ‘en doğru’ kararı, ‘en iyi’ zamanda al(a)mayabiliyoruz, bizim için ‘en iyisi’ olduğunu düşündüğümüz şeyi seç(e)meyebiliyoruz. Zaten ‘hata’ yapma esnekliğimiz olduğu için insan değil miyiz?
Bu konular Dantel İlişkiler Kulübü’nün 21 Aralık’ta gerçekleştirdiğimiz 4. buluşmasında da gündemdeydi. 4. buluşmanın teması 2024 ve 2025’e dair ilişkiler bağlamında düşündüklerimizdi.
Pek çok insan gibi ben de giden yılın son haftalarını ve başlayan yılın ilk haftalarını seviyorum. Bu haftalar yıl boyunca, olayların anbean içindeyken bendeki etkisini tam anlamıyla kavrayamadığım şeylere karşı mesafe alarak yeniden bir değerlendirme yapmamı ve böylece yeni yıla, olduğum halin daha çok farkına vararak başlamamı sağlıyor. Bu değerlendirmeyi kolektif bir şekilde, birbirini dinlemeye açık insanlarla birlikte yapmaksa apayrı bir keyif —bu yüzden Kulüp buluşmasına katılan herkese tekrar teşekkürler buradan. 💜
Buluşmanın öne çıkan başlıklarından bir tanesi, yukarıda bahsettiğim ‘hatalar’ karşısında öz şefkate sığınmakla alakalıydı. Öz şefkat, insanın şu anda olduğu hali ve yeri sevecenlikle ve dürüstçe kabullenmesini destekleyen bir pratik. Her ne kadar son yıllarda öz şefkat kavramı epeyce ana akımlaştığından pek çoğumuz temkinli olsak da insanın -özellikle de kadınların- temel bir düzeyde kendini bebişlemesinden zarar gelemez diye düşünüyorum. Çünkü ilişkilerin nasıl yaşanması gerektiğine dair bunca ön kabulün, beklentinin ve idealin olduğu bir dünyada hayatımızla ve ilişkilerimizle ilgili birtakım kararlar almak, bunları ısrarla uygulamaya çalışmak ve uygulayamadıklarımız üzerinden kendimize yüklenmek zaten yeterince yorucu. Bu yüzden insanın kendisine, olması gerektiği değil, önce eksiğiyle gediğiyle olduğu halini deneyimleyebilmesi ve sevebilmesi için alan ve zaman verebilmesi, basit bir öz şefkat pratiği oluyor. bell hooks’un, Duygu Yoldaşlığı kitabında da söylediği gibi:
Kendimizden nefret etme kapanına kısılmış bir haldeyken biri bizi severse, sevgileri bize asla ulaşmayacaktır.
Bu yüzden 2025’te günler geçerken büyük büyük kararlarım ve mucizevi değişim planlarım yok benim; olduğum hale biraz daha yaklaşmak var.
Siz ilişkiler bağlamında 2025’e dair neler düşünüyor ve neler istiyorsunuz?
Yorumlara bekliyorum.
Herkese bol sağlıklı, keyifli ve ışıltılı bir sene diliyorum. Bu yeni yılda da dantelleri birlikte örmeye devam.
Haftaya görüşürüz.
Daha dün akşam kızımla(15) ilişkiler üzerine konuştuk. En yakın arkadaşının bencilce davrandığından ve kendisini anlamadığından dert yanıyordu. Ne kadar erken öğrenirsen o kadar iyi dedim: seni tam da senin istediğin ve beklediğin gibi kimse anlamayacak… anlaşılma ihtiyacımız ilişkilerimizde bizi çok zorluyor. Halbuki ilk kabullenmemiz gereken parametre; anlaşılmayı beklemekten özgürleşmeliyiz. Tabi ben kızıma biraz empati yapabileceğini sonrasında da kendini önceliklendirdiği için suçluluk duymaması gerektiğini anlatmaya çalıştım.
Sevdiğimiz insanları üzmemek için kendi halimizi-ihtiyacımızı-o anki gerçeğimizi dile getiremeyip içimize atıyoruz. Sonra iş işten geçtikten araya soğukluk girdikten sonra “neden söylemedin” ler havada uçuyor. “Tamam bundan sonra senin istediğin gibi olacağım ya da değiştireceğim sen benim için önemlisin” cümleleri kuruluyor. Bir suçluluk daha… vaktinde niye söylemedim!?
Şu an tam da böyle bir deneyimin içindeyim. Eşime onu eskisi gibi sevmediğimi söyledim cesaretimi toplayıp. İlk başlarda çok önemsemedi. Sonra baktı ve hissetti (anladı) ben ciddiyim. Tam da aynı cümleler kuruluyor. Ben kendimi suçlamamak için baya bi uğraş veriyorum. Çünkü buna kodlanmışız. Başkası benim yüzümden üzülmesin.. Ama şu an benim içim çok rahat belki ilk defa bilinçli olarak kendimi seçtim. İçimde ne varsa söylüyorum. Yine çok kırmamaya özen göstererek ama rol yapmadan. Kendime sadık olmayı seçtim. Ne olursa olsun sonunda… aslında her şey öyle basit ki.. çok net bir şey var ortada ve bunu söyleyebildim. Sorumluluğumu alıp yapmam gerekeni yaptım. Pişman değilim, kendim olduğum için suçlu değilim, kötü insan olmadım karşımdakini üzerek. Çünkü aslında üzen ben değilim. Benim tavrıma verdiği cevaptan dolayı kendi kendini üzüyor. Bir yerden sonra herkes kendi sorumluluğunu almalı. Bundan sonrası teslimiyet….
Ah ne kadar iyi geldi bu satırları okumak. Sanki içimdeki duygulari aynalayan bir arkadaşımla sohbet ediyormuş gibi hissettim. İyi ki varsınız ❤️