Oynadığımız oyunlar: dansa davet
Çocukluktan yetişkinliğe, ilişkilerde ‘seçmek’ ve ‘seçilmek’ üzerine
Selam. Umarım depremden etkilenen herkes (ne kadar olabilirse o kadar) iyidir ve güvendedir diyerek başlayayım bugünkü sayıya. Geçmiş olsun ama yaşamlarımızın hak ettiği güvenliği ve kıymeti (tekrar ve tekrar) talep etmek için eyleme geçme isteğimiz geçmesin. 🫂
Bugün 23 Nisan olduğundan aklım çocukluğuma gitti. Özellikle okul yıllarını düşündüm; bitmek bilmeyen uzun ders günlerini, kız grubumuzla birbirimize yazdığımız, özenle zarflanmış mektupları, ‘öğretmenim Kıvanç silgimi camdan dışarı attı’ şikayetlerini, kantinde satılan karışık tostların sarıldığı naylon paketleri, havalar ısındığında alıştırmaları okulun avlusuna taşınan halk oyunları kulübünü ve karne günlerindeki heyecanı… Çocukluğu 2000’lerin başlarında, sıradan bir devlet okulunda geçmiş pek çok insanın anımsayabileceği birtakım detaylar.
Bundan birkaç hafta önce ise aklıma ilkokulda oynadığımız oyunlardan biri geldi, varlığını bile unuttuğum bir oyun. Sonrasında buradaki Fransız bir arkadaşıma anlatırken oyunun absürtlüğünü bir kez daha hatırladım. O zamandan beri bu oyun üzerinden bir sayı hazırlayayım diyordum, kısmet bugüneymiş.
Aranızda dansa davet diye bir oyunu hatırlayanlar var mı? Sizin okulunuzda bu oynatılır mıydı?
Bu oyun, ilkokul öğretmenimiz Nermin öğretmenin oynatmayı en sevdiği oyunlardan biriydi. Nermin öğretmen, beden eğitimi derslerinde genelde matematik vs. işlediğinden bu oyun zamanları çok kıymete binerdi. Okulun avlusuna çıkardık. Nermin öğretmen bizi, kızlar ve oğlanlar olmak üzere iki gruba ayırır, gruplar birbirine karşılıklı bakacak şekilde yan yana dizerdi. Böylece oyun başlardı: Oğlanlar sırayla, gözlerine kestirdikleri bir kızı dansa davet ederlerdi. Aslında oyunun dansla neredeyse hiçbir alakası yoktu, nitekim bazen çiftler oluştuktan sonra dans edilmediği bile olurdu. Asıl olay bu ‘seçim’ sürecinin ta kendisiydi. Oyunda tek bir kural vardı: Oğlanlar kızları dansa davet edebiliyordu, tam tersi değil.
Nermin öğretmen kenara çekilip bu sahneyi keyifle, sinsi gülüşlerle izlerken, oğlanlar utangaç adımlarla ve reddedilme korkusuyla ilerler, kızlar ise gerginlik ve seçilmeme korkusu içinde beklerlerdi. Aklımdan sorular geçerdi: Ya ben ilk seçilenlerden olmazsam? Ya sona kalırsam? Öyle olursa sınıfın en çirkin kızı ilan edilir miyim? Bu korkular bir davet aldığım anda sona ererdi ve bir oh çekerdim, bu sefer de paçayı yırttık.
Sona kalan kızlardan biri Cansu olurdu. Yoksul bir aileden geliyordu Cansu. Nermin öğretmen, rutin tırnak-saç vs. kontrollerini yaptığı (bu kontroller apayrı bir konu) seferlerden birinde Cansu’nun saçlarında bit gördüğünü tüm sınıfa ilan etmişti —bu bilgi gerçek miydi yoksa Nermin öğretmenin çirkin karakterinden mi kaynaklanıyordu, bunu bilemeyeceğiz ama büyük ihtimalle ikincisi. Kızın ismi yıllar boyunca Bitli Cansu olarak kalmış, bu etiket yüzünden yıllarca kimse onunla konuşmak istememişti. Dansa davet oyununun ‘şanssızlarından’ biriydi Cansu: Sona kaldığından ‘reddetme şansı’ ona tanınmıyordu.
Düşündükçe hayret ediyorum: Bir oyunun içindeki her şey mi bu kadar problemli olur ya? Çocukları oğlan ve kız şeklinde, birbirine zıt gruplarmış gibi ayırarak ikili cinsiyet normlarını pekiştirmek, henüz küçük yaşlardan itibaren ilişkileri hetero-romantik bağlamda ‘eşleşme’ ve ‘çift olma’ modeline indirgemek, kızlara bekleyişi, seçilebilir olmayı, oğlanların takdirini kazanmayı bir başarıymış gibi algılamayı öğretmek, oğlanları aktif olmak ve olaylara yön veren kişi olmak konusunda sorumluluk ve güçle donatmak, tüm bunları yaparken güzellik, sağlamlık ve ‘üst sınıflık’ standartlarının ekmeğine bal sürmek…
Bunun gerçekten bir çocuk oyunu olduğuna emin miyiz? Daha ziyade yetişkinlerin oynadığı ya da oynamak isteyeceği bir oyun gibi geliyor bu bana… Çünkü çocuklar çok daha yaratıcı, çok daha özgür oyunlar icat etmek konusunda yetişkinlerden katbekat becerikliler.
Barbara Martin, Children at Play: Learning Gender in the Early Years isimli kitabında şöyle söylüyor —çeviri benden:
Oğlan ve kız çocukları, belirli erkeksi ya da kadınsı davranış biçimlerinin diğer çocuklar ve yetişkinler tarafından onay ve statü kazandırdığını öğrenirler. Çocuklar, ait oldukları toplulukların daha geniş pratiklerini ve değerlerini yansıttığı için, kız ve oğlan olarak farklı şekillerde davranmayı öğrenirler. (…)
Çocuk oyunları, egemen toplumsal cinsiyet söylemlerine dayalı güç ilişkilerini yeniden üretir. Oyun sırasında ortaya çıkan toplumsal güç ilişkilerine bağlı olarak, çocuklar bu söylemler içinde kimi zaman güçlü kimi zaman güçsüz olarak konumlandırılır. Okuldaki uygulamalar genellikle toplumsal cinsiyet ikiliğini pekiştirir ve teşvik eder.
Son zamanlarda bu alıntıyı çok net doğrulayan bir dizi çıktı: Adolescence ve çıkışından bu yana tartışmalar eksik olmadı. Pek çoğunuz duymuşsunuzdur, dizi 13 yaşındaki bir oğlan çocuğu olan Jamie’nin sınıf arkadaşı Katie’yi cinayet suçundan gözaltına alınmasıyla başlıyor ve polis karakolu, okul, bir terapi seansı ve bir aile tablosu arasında geçen dört bölümde bu cinayetin etrafında dolanıyor.
dikkat, buradan itibaren biraz spoiler var
Jamie’nin bunu neden ve nasıl yapmış olabileceğini kurcalarken karşımıza yine bir ‘seçme-seçilme’ meselesi çıkıyor: Katie, flört ettiği oğlana bir nude fotoğraf yolluyor ve oğlan, Katie’nin mahremiyetini ve onayını ihlal ederek bunu okuldaki diğer çocuklarla paylaştığında Katie de bir damgalama ile karşılaşıyor. Popüler ve yakışıklı olmadığını düşünen Jamie, normal şartlarda Katie’ye çıkma teklifi etmekten çekinecekken bu olay ardından cesaret buluyor. Katie’nin, dışlanma korkusundan, kendisine yapılacak tüm davetleri artık mecburen kabul edeceğini varsayan Jamie eyleme geçiyor. Katie ‘o kadar da çaresiz değilim’ dediğinde ise Jamie -kafasında erişilebilir kıldığı bir kız tarafından- reddedilmeyi kabullenemiyor ve olaylar gelişiyor.
spoiler bitti
Dizinin ve bu sayının vardığı sonuçlardan biri şu: Çocukların kendi aralarındaki ilişkileri anlamak için önce yetişkinler olarak kendi aramızdaki ilişkilerin dinamiklerini anlamamız gerekiyor. Çocuklar neden böyle yaptı diye düşünmeden önce bizim onlara sunduğumuz seçeneklere, kalıplara, söylemlere ve doğrulara bakmamız gerekiyor.
Sizin çocukken oynadığınız oyunlar hangileriydi? Sizin oyunlarınızda nasıl dinamikler vardı?
Hadi gelin yorumlara.
Haftaya görüşürüz.
Oyun dışında her şey olan bir oyun ! Nermin öğretmenin de öğretmenliğine...
ben bültenin "dansa davet" oyun detayı tarafına takılıp kaldım. sanki bu oyun her yaşta biraz tuhaf ya.. yetişkinken de o tek taraflı seçilme durumu, taktikler ve "seçilmek için gerekenler" baskısı yorucu yıpratıcı. köklerini hatırlamış oldum meselenin, emeğe sağlık..