Helloooo! Nasılsınız, keyifleriniz nasıl? 🧃 68. sayıya hoş geldiniz! 2 haftalık bir mini ara vermiştim bültene, döndüm. Bu sırada Substack’e bakmaya ve sevdiğim, keşfettiğim yazarları okumaya hiç ara vermedim. Hatta diyebilirim ki son haftalarda en çok vakit geçirdiğim sosyal medya Substack oldu. Substack böyle kalmaya devam ettiği sürece sanırım tercihim de bu yönde olmaya devam edecek. Eğer siz de sakin sularda derinlere dalmak, yeni harika bağımsız yayıncıları keşfetmek ve desteklemek istiyorsanız Substack uygulamasında buluşalım. 😎
Substack demişken, uygulamanın başka bir özelliğini kullanmaya başlayacağımın haberini vermek isterim: Substack chat bölümünü. Bu senenin başında, Dantel İlişkiler Kulübü buluşmalarımızdan birinde gündeme getirilmişti bu. Fakat o sıralar chat özelliği henüz çok aktif kullanılmadığından biraz çekingen davranmıştım ama son haftalarda farklı yayıncıların chat’lerinde keyifli tartışmalar döndüğünü görüyorum. Bu yüzden yorumlara yetiştiremediklerimizi ve içimizden taşanları oraya taşıyalım diyorum, beklerim.
Bugünkü sayıya ilham veren şey bugünün 18 Haziran Dünya Sürdürülebilir Gastronomi Günü olması oldu. Ben bu temaya birebir bağlı kalmayacağım, sadece yemek ve ilişki odaklı bir sayı yapmayı çok istiyordum, bunu fırsat bildim. Çünkü şu hayatta beni -neredeyse her koşulda- mutlu edebilecek şeyler top 3 listesinde kediler ve kitapların yanında yemekler yer alıyor. Hatta size şöyle söyleyeyim, düzenli olarak gördüğüm tek bir rüya varsa o da devasa bir açık büfenin içinde kendime özene bezene hazırladığım tabakların rüyasıdır. Çeşitli mutfaklardan tatların iç içe geçtiği, içinde ilerledikçe yeni yeni yemekler keşfettiğim bu rüyaların en kötü tarafı genelde tabağıma topladıklarımı yiyemeden uyanmam oluyor —fakat bunun sebebi, bu sayının değil, terapimin konusu olsun. 🥲
Yemek konusunda çok heyecanlandığım için sevdiklerimle yemek odaklı planlar ve sohbetler yapmayı da çok seviyorum. Yeni tanıştığım veya sevdiğim insanlara arada aklıma estikçe soruyorum mesela: En sevdiğin 3 meyve ne? En sevdiğin 3 yemek ne? En sevdiğin 3 tatlı ne?.. Benim listelerim hazır. Çocukluğumuzdaki anket defterlerini bu şekilde sözlü sürdürmek hoşuma gidiyor. Zira yemek iyi bir sohbet başlatıcı, buz kırdırıcı ve bağ kurucu gibi geliyor. Tıpkı Proust’un madeleine kurabiyesi muhabbetinde olduğu gibi, yemeklerin insanlarla, şehirlerle ve doğayla kurduğumuz bağa dair olağanüstü bir bellek arşivi barındırdığını düşünüyorum.
Mesela biber dolması aklıma bir çocukluk anımı getiriyor benim: Biber dolması yediğimiz bir günün akşamında üşütüyorum ve gecenin bir yarısı, midemde tuhaf bir hareketlenme ile uyanıyorum. Ne olduğunu anlamayıp tuvalete gidiyorum ve epey kıvrandıktan sonra, tuvalet yerine nedense lavaboya kusuyorum. Lavabo tıkanınca da ne yapacağımı bilemediğimden annemi uyandırıyorum, bir şekilde hallediyor. Sabahında da nane limonla düzeliyorum. Böyle nahoş bir an yaşanmasına rağmen biber dolmasını hala çok seviyorum ve eğer birlikte yiyorsak anneme ‘bu yemek aklıma neyi getirdi biliyor musun?’ diyorum her seferinde ve gülüyoruz. Sonra, tavuk suyuna çorba aklıma eski erkek arkadaşımı getiriyor. Çok hasta olduğum bir sefer beni adeta mucizevi bir şekilde ayağa kaldıran o çorba, o ilişkinin içindeki şefkati ve yardım alma açıklığını hatırlatıyor bana. Ya da yıllarca bana -önceden pek parçası hissetmediğim- aile geçmişimi hatırlattığı için sevmediğimi düşündüğüm, oysa büyüdükçe süper lezzetli bir yaz yemeği olduğuna kanaat getirdiğim bat yemeği, kökenlerimle kurduğum ilişkiye dair kimi ipuçları barındırıyor.
Eminim sizi de zihninizin kıvrımlarında yolculuğa çıkaran tatlar ve kokular vardır, neler onlar?
Sevdiğiniz bir insan seçin. Onunla ilişkiniz bir tatlı olsa ne olurdu?
Bu sayıda minik bir liste yapmaya karar verdim. Yemekler ve ilişkilere dair sevdiğim 1 film, 1 dizi, 1 şarkı, 1 kanal ve 1 podcast önerisi paylaşacağım. Bu listenin biz yemek severleri de bir araya getireceğini umuyorum. Siz de önerilerinizi eksik etmeyin, olur mu?
1 film: Tampopo
Yukarıdaki sahne filmin konusuna dair biraz yanıltıcı olabilir, zira Tampopo bir aşk filmi değil. Tampopo, ramen dükkanını ayakta tutmak için ramen yapımının inceliklerini öğrenmek üzere bir maceraya atılan bir kadının ismi. Üstelik bu macerada yalnız değil. Onlar en mükemmel ramen tarifinin peşinde ağzımızın sularını aktıradursun, yönetmen araya hikayeden görece kopuk bir takım fragmanlar yerleştiriyor. Yukarıdaki görsel de o fragmanlardan birine ait: Adam bir yumurtayı kırıp sarısını ağzına alıyor ve kadının ağzına aktarıyor. Yaklaşık 1-1buçuk dakika boyunca, yumurtanın sarısını kırmamaya çalışarak erotik bir ‘öpüşme’ anı yaşıyorlar. İzlediğim en ilginç sahnelerden biri, öyle ki aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen hala hatırımda. Buradan o sahneyi, buradan da bu sahneden yola çıkarak geçen yıllarda çekilmiş 3 dakikalık kısa film uyarlamasını izleyebilirsiniz. 💦
PS: Fotoğraftaki kişinin, Perfect Days filminin başrolündeki oyunculuğuyla tanıdığımız Kôji Yakusho’nun gençliği olduğunu tesadüfen fark ettim. 😯
1 dizi: Foodie Love
Toplam 8 bölümden oluşan, İspanyol yapımı bir aşk/yemek dizisi Foodie Love. Her bölüm iki ana karakter arasında gelişen aşk hikayesini bir yiyecek ya da içecek üzerinden kuruyor. Tanıştıkları ilk bölüm bir kahve, ilk kez akşam dışarı çıktıkları ikinci bölüm bir kokteyl vs. derken, izlerken yine canımız bir şeyler çekiyor. 🤷🏻♀️ Ama olsun izleyin, çok tatlış!
1 kanal: Pasta Grannies
Pasta Grannies bir YouTube kanalı olarak ortaya çıktı fakat artık podcast yayını ve hatta bir kitabı da var. Kanalın kurucusu Vicky Bennison, ekibi ile birlikte İtalya’nın farklı bölgelerinde yaşayan nineler -nonneler- bulup, onların sevdikleri ya da o bölgeye özgü olan bir yemeği pişirme süreçlerini kaydediyorlar. Sevdiğim şey, bunu basit bir yemek programından daha farklı kurgulamaları. Zira, kayıt sırasında nineler kendi hayatlarından, bazen arka planda görünen veya kendilerine yardım eden eşleriyle, çocuklarıyla, torunlarıyla olan ilişkilerinden bahsediyorlar. O yemeği kimden nasıl öğrendiklerini anlatırken bazen geçmişe gidiyorlar, bazen gülüyorlar, bazen duygulanıyorlar. Kanal, kuşaklar arası gastronomik ve kültürel hafızanın kaydına eğiliyor ama bunu o kadar gündelik, o kadar sade bir şekilde yapıyor ki, ninelere hayran kalıyor insan. Ben yemek yerken izliyorum bazen, önerilir. 🍝
1 şarkı: Doyamam
Ezhel’i çok seviyorum. Aslında bir ara dinlemeyi bırakmıştım ama bu son albümü çok iyi geldi. O yüzden bol bol dinledim ama Doyamam şarkısı bende ayrı bir tat bırakıyor. Yemek ve aşk denince bundan daha iyi bir şarkı bulamazdım sanırım şu an. 🫦
Kraliçem pastam helvam trileçem
Seni yiyemezsem delirecem
Kız teni güllaç gibi dili reçel
Cezerye zerdem ve künefem
Şeker ve parem eli şerbetlim
Benim olsan kız zehir olsan bile kaşıkla yerdim
1 podcast: Yemekte Bile Yemek Konuşuyoruz
Henüz çok dinleme fırsatım olmadı ama böyle bir podcast olduğunu bilmek beni çok mutlu ediyor. Dinlediğim bölümlerde de yemekleri bütün bir kültürel, toplumsal ve ilişkisel arka plan içine yerleştiriyor olmaları hoşuma gidiyor Nilay Örnek ve Sinan Hamamsarılar’ın. Çok güzel bir podcast fikri ayrıca, bazı bölümleri henüz dinlemediğim için çok heyecanlıyım. ✨
Peki sizin sevdiğiniz yemekler neler ve size neleri hatırlatıyor?
Konu yemek ve ilişki olunca aklınıza gelen filmler, diziler, kitaplar var mı?
Hadi gelin yorumlara veya chat’te buluşalım!
Haftaya görüşürüz.
Yemek aracılığı ile geçmişle kurduğunuz bağı ne güzel özetlemişsiniz. Aslında nostalji hissini en kolay yaşatan araçlardan biri yemek. Bazı kokular ve tatlar var ki, zaman tünelinde kapı açıyorlar gibi geliyor bana. Geçmişte kalmış bir ana, bir duyguya hemen tekrar bağlanabiliyor insan. Literatürde isim bile vermişler buna: Gastronostalji (: Bu kavramı ilk duyduğumda “Evet! Tam olarak bu!” demiştim. Çünkü evet, karnımızı doyuruyor ama yemek aynı anda zaman zaman bir hafıza nesnesine de dönüşebiliyor bizim için. Önerileriniz şahanee! Ben de çok tatlı iki film önerebilirim;
-The Lunchbox – Ritesh Batra
-Sweet Bean – Naomi Kawase
Bat’ı bilen bir blogger😍