Nasılsınız? Yeni bir yıl başlarken ve biterken dikkat kesiliyor insan geçen günlere ama bunun haricinde aralarda kalan ayların nasıl geçtiğinin kaydını pek tutamıyor gibi geliyor. Mart ne ara bitiyorsun? Ama neyse ki bahar güzel haberlerle geliyor: Dantel İlişkiler NewsLab Türkiye’nin düzenlediği Creative Lab programına kabul edildi, asın dantelleri! Mayıs’a kadar düzenlenecek olan atölyelerle burayı daha nasıl şenlendirebilirim diye düşüneceğim; sizin de fikirleriniz, beklentileriniz ve dantelleriniz varsa yollayın gelsin, detaylar yazının sonunda1.
İlişkilerde utanç konusunu düşünüyorum bugün. Utanç, Dantel İlişkiler’i kendi ismimle paylaşmaya başladığım şu son günlerde daha çok gündemimde. Ne alaka diyeceksiniz belki, o zaman ben de sizi yıllarca beni yaptıklarımı çevremle paylaşmaktan alıkoymuş olan o hisle tanıştıracağım: Utanç. Aman yazdıklarım iyi midir, vay söylediklerim doğru mudur, ay yok ben şimdi bilemedim ki hisleri uzun süre ayak bağı oldular bana ve çokça geri çektiler. —Burada aklıma (her ne kadar bambaşka bir bağlamda üretilmiş olsa da) Mona Hatoum’un Roadworks performansı geldi. Kendimi bazen gerçekten böyle hissediyorum, ayaklarım çıplak, yerde çer çöp ne varsa üstüne basarak ilerliyorum; ah bir de o ayakkabıları peşimde sürükleyeceğime ayağıma geçirip koşabilsem neler yapabileceğim kim bilir…

Bu bireysel utancın, toplumsal cinsiyet rolleriyle ilişkisinden mütevellit zaman zaman kolektif bir utanca dönüşebildiği gerçeğini görmezden gelemediğimden kendimi Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda’sındaki şu sözlerle yüreklendiriyorum: “Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!” Yazalım Virginiacığım Woolfcuğum, kimler ne der diye düşünmeden, yarınlar gelmeden yazalım…
Utanç dedik, insan neden utanır? İlişkilerinde ne yapmaktan ve nasıl görülmekten utanır?
Bu sorular çocukluğumdan bir utanç anını hatırlattı: Okula başladığım yıl bir keresinde sınıf ve tuvalet arasındaki mesafeyi pek hesaplayamamış, tuvalete koştururken çişimi altıma kaçırmıştım. Utançtan yerin bin kat altına girdiğim sırada aklımdan geçen tek bir düşünce vardı elbette: “bu halimi görseler diğerleri ne düşünür, kimse görmeden eve gidebilmem lazım.” Bir şekilde bunu başardım ya da başardığımı sandım, pek hatırlamıyorum. Fakat buradaki esas nokta, utancın tamamen ilişkisel bir his olması. Yani asıl mesele çişimi altıma kaçırmış olmamla değil, bunun birileri tarafından görülebilecek olması ve birinin “aaa şu şapşala bakıııın, götü ıslaaaak” diye bağırabilecek olmasıyla ilişkiliydi. Cogito’nun geçen yaz çıkan Utanca Bakmak isimli 110. sayısında akademisyen/yazar Tülin Ural hislerime tercüman oluyor şu sözleriyle:
İstenmeyen bir halde, kusuru ya da zayıflığı açığa çıkmışken görülme korkusunu tetikler; insan ister ki kimse bu halini fark etmemiş olsun, o sırada yok olsun, yerin dibine batsın. Görülmenin bir kipi olarak, görüleceğinden korktuğun hal ile görünmek istediğin hal arasındaki farka tepki olarak doğar utanç: Olduğun ya da olduğuna vehmettiğin ve olmak istediğin ya da olman beklenen hal arasındaki açıktan sızar.
Utanç bir çatlaktan sızıyor yani aslında, olduğumuz ve görüldüğümüz haller arasında oluşan çatlaktan. Bazen bu çatlak kaçınılmaz olarak ve isteğimiz dışında oluşuyor; bazense bilinçli bir yaratım sürecinin bir ürünü olabiliyor. İnsan, görülmek istediği haller üzerine çalışabiliyor neticede; mesela günümüzde birkaç ufak müdahale ile görünüşünü, bu vesileyle görülme şeklini yönetmek daha mümkün hale geldi. Psikoterapist/yazar Adam Phillips’in İlgi Arayışı kitabındaki şu açıklama, bu noktaya ilginç bir boyut ekliyor:
Oxford İngilizce Sözlüğü İngilizcede utanç anlamına gelen “shame” kelimesiyle taklit etmek, numara yapmak anlamına gelen “sham” kelimesinin etimolojik olarak bağlantılı olabileceğini söylemektedir. (…) Dolayısıyla en sahici halimizdeyken bile neyi taklit ediyor olduğumuz üzerine düşünmeye değer.
Utanç, benliğin farklı sunumları arasında jonglörlük yapmaktan kaynaklanıyor aslında.
Biraz olduğu insan olmaya çalışmak, biraz olması beklenen kişiyi oynamak; biraz taklit etmek, sonra biraz kendi taklidine dönüşmek. Sonra da en sahici halinin bile sahiciliğine bazen ikna olamamak ya da sahici olduğu halleriyle kabul görememekten korkmak…
Öteki’nin bakışlarından kaynaklanan utanç, ilişkilerimizi yaşayış biçimimize sirayet eden bir göz olarak da karşımıza çıkabiliyor. Bu göz bize hangi davranışın daha cool algılanacağını, şöyle davranırsak daha zeki, böyle söylersek daha aptal görüneceğimizi fısıldayabiliyor. Sırf bu gözden, bazen olmadığımız ama olsak iyi olacak dediğimiz insanı oynamak daha kolay gelebiliyor. Yüzünde güller açan insanı oynuyoruz, moralimiz bok gibiyken. Umurumuzda değilmiş gibi davranıyoruz, hem de felaket umursarken. Her şey pürüzsüzmüş gibi gösteriyoruz, içimizde darmadağın olmayan tek bir yer kalmamışken. Sonra aynı şekilde dışarıdan baktığımızda herkesin ne mükemmel, ne dertsiz hayatlar yaşadığını sanıyoruz bazen. Herkes görülmek istediği haliyle ne de mutlu görünüyor… Alain de Botton, Aşk Üzerine kitabında bu illüzyonu görselleştiriyor ve kendi öznel kaosunu, hoşlandığı kadının hayal ettiği bütünlüğü ile kıyaslıyor:
Dışarıdan herkes kusursuz bir dantel gibi duruyor olabilir ama aslında birçoğumuz içimizde ipleri karman çorman olmuş bir haldeyiz ve zaten her birimizi biricik ve ilginç kılan da tam olarak bu bize has örüntüler, örme deneyimleri değil mi? —Bizi kendi ilmeklerimizden utandıranlar utansın demek istiyorum buradan.
Utanç, bazen insanın başına toplum tarafından utanç verici atfedilen olaylar geldiğinde ortaya çıkabiliyor, (bknz: kamusal alanda altınıza kaçırmak gibi), kabul. Ama bazen de tipik olarak utanç verici olarak görülmeyen bazı olaylardan, hatta güzel olaylardan, başarılardan, sevgiden ve aşktan da utanç duymamız bekleniyor. —2000’lerin başında bir yaz hepimizi esir alan o “Utanır İnsan” isimli şarkıda da Deniz Çetin sevdiğine “utanır insan böyle güzel olunur mu” diye sorarken aynı absürtlükten besleniyor. Abi neden utansın kadın güzel olduğu için bunu açıklar mısın?
Bu özellikle kadın+lara yüklenen bir utanç. Kadınların toplum tarafından olmaları beklenen kişi ile olabildikleri, olmak istedikleri insanlar arasında bir uçurum olabiliyor neticede. Birçok harika kadın tanıyorum, harika insanlar olan, harika şeyler yapan. Ama oldukları insan olmaktan ve oldukları insanı, yaptıkları şeyleri dünyayla paylaşmaktan -övünüyormuş gibi görülmekten, yetersizmiş gibi görülmekten, birilerine nispet yapıyormuş gibi görülmekten, çokbilmiş gibi görülmekten ve daha bin çeşit sebepten- çekinebiliyor ya da bunu nihayet yaptıklarında bir tür utanç duyabiliyorlar. Görünmezleştirilmiş insanların ve grupların görünürleşmesi süreci utanç, suçluluk, “haddini aşmışlık” hislerini de içerebiliyor bazen...
Bu yüzden bu yazıyı kapatırken daha unapologetic bir varoluşun peşine düşüyorum arkadaşlar, bam bam bam ateş eden bir varoluşun. Olduğumuz halimizle görüldüğümüz haller arasındaki çatlakları anlamlı bağlarla, sevgiyle ve anlayışla örmenin iyileştirici bir gücü olduğu kanaatindeyim. İnsanın görülmek istediği hallerini bir küratör titizliğiyle tasarlaması bazen çok yorucu. Bu yüzden hepimize içinde kendimiz olmaktan utanç duymadığımız ve olduğumuz halimize daha çok sahip çıkabildiğimiz bağlar diliyorum.
Haftaya görüşürüz.
Dantel İlişkiler’i Instagram’da takip ediyor musunuz?
Dantel İlişkiler’e ropesandnodes@gmail.com mail adresinden ulaşabilirsiniz. PS: Şaka değil, dantel yapıyorsanız ve fotoğraflarını paylaşmak isterseniz seve seve sayılarda yer vermek isterim. Yazın, tanışalım. 🧵